26 Şubat 2013 Salı

Mehmet Akif Ersoy Şiirleri

Korkma! 

Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz; 
Bu yol ki hak yoludur dönme bilmeyiz yürürüz! 
Düşermi tek teşı sandın harim-I namusun? 
Meğer ki harbe giren son nefer şehit olsun. 
Şu karşımızdaki mahşer kudursa çıldırsa; 
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa; 
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar, 
Taşıpda kaplasa afakı bir kızıl sarsar; 
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir; 
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; 
Değil mi sinede birdir vuran yürek… yılmaz.! 
Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz 

(Mehmet Akif Ersoy)


Uyan 

Baksana kim boynu bükük ağlayan. 
Hakkı hayatındır senin ey müslüman, 
Kurtar artık o biçareyi Allah için. 
Artık ölüm uykularından uyan. 

Bunca zamandır uyudun kanmadın, 
Çekmediğin çile kalmadı, uslanmadın. 
Çiğnediler yurdunu baştan başa. 
Sen yine bir kerre kımıldanmadın. 

Ninni değil dinlediğin velvele, 
Kükreyerek akmada müstakbele. 
Bir ebedi sel ki zamandır adı, 
Haydi katıl sen de o coşkun sele. 

Karşı durulmaz cereyan sine-çak... 
Varsa duranlar olur elbet helak. 
Dalgaların anmadan seyrini, 
Göz göre girdâba nedir inhimak? 

Dehşeti maziyi getir yadına; 
Kimse yetişmez yarın imdadına. 
Merhametin yok diyelim nefsine; 
Merhamet etmez misin evladına? 

Ben onu dünyaya getirdim diye 
Kalkışacaksın demek öldürmeye! 
Sevk ediyormuş meğer insanları, 
Hakkı-ı übüvvet de bu caniliğe! 

Doğru mudur ye’s ile olmak tebah? 
Yok mu gelip gayrete bir intibah? 
Beklediğin subh-i kıyamet midir? 
Gün batıyor sen arıyorsun tebah.! 

Gözleri maziye bakan milletin, 
Ömrü temadisi olur nakbetin. 
Karşına müstakbeli dikmiş Hüdâ, 
Görmeye lakin daha yok niyyetin. 

Ey koca şark! Ey ebedi meskenet! 
Sen de kımıldanmaya bir niyet et. 
Korkuyorum, Garbın elinden yarın, 
Kalmayacak çekmediğin mel’anet. 

Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden, 
Kan dökerek almalısın merd isen. 
Çünkü bugün ortada hak sahibi, 
Bir kişidir: "Hakkımı vermem" diyen. 

(Mehmet Akif Ersoy)



Hürriyet 

"Hürriyeti aldık!" dediler, gaybe inandık; 
"Eyvah, bu bazicede bizler yine yandık!" 
Cem'iyyete bir fırka dedik, tefrika çıktı: 
Sapsağlam iken milletin erkanını yıktı. 
"Turan ili" namiyle bir efsane edindik; 
"Efsane, fakat, gaye!" deyip az mı didindik? 
Kaç yurda veda etmedik artık bu uğurda? 
Elverdi gidenler, acıyın eldeki yurda! 

(Mehmet Akif Ersoy)


Kıssadan Hisse 

Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! 
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? 
'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar; 
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi 

(Mehmet Akif Ersoy)



Hüsran 

Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı, 
İslam'ı uyandırmak için haykıracaktım. 
Gür hisli, gür imanlı beyinler coşar ancak, 
Ben zaten uzun boylu düşünmekten uzaktım! 
Haykır! 'Kime, lakin? Hani sahibleri yurdun? 
Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım; 
Feryatımı artık boğarak, naş'ımı tuttum, 
Bin parça edip şi'rime gömdüm de bıraktım. 
Seller gibi vadiyi eninim saracakken, 
Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım. 
Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz; 
İnler 'Safahat'ımdaki Hüsran bile sessiz! 

(Mehmet Akif Ersoy)



İsimsiz 

" Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? 
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!" 

Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem; 
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 
Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ boğarım!.. 
- Boğamazsın ki! 
- Hiç olmazsa yanımdan koğarım. 
Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam; 
Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. 
Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle, 
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle! 
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? 
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! 
Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, 
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! 
Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım. 
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! 
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu... 
İrticâin şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu? 

(Mehmet Akif Ersoy)



Tebrik 

-Velinimetim Emir Abbas Halim Paşa'ya- 


Gökten ay parçası halinde, rahmet güneşi, 
İndi afaka bu akşam, bu mübarek akşam. 
Ebedi kandili yandıkça, Hüda'dan dilerim 
Parlasın dursun o iman senin alnında, Paşam. 

(Mehmet Akif Ersoy)



Bülbül 

Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım: 
Nihayet bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştırm. 

Şehirden çıkmak isterken sular zaten kararmıştır; 
Pek ıssız bir karanlık sonradan vadiyi sarmıştı. 

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl... 
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl. 

Muhitin hali insaniyetin timsalidir sandım; 
Dönüp maziye tırmandım, ne hicranlar, neler andım! 

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd, 
Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryad. 

O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu: 
Ki vadeden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu. 

Ne muhik nağmeler, Yarab, ne mevcamevc demlerdi: 
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, güya Sur-ı mahşerdi! 

-Eşin var âşiyanın var, baharın var ki beklerdin. 
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin? 

O zümrüt tahta kondun, semavi saltanat kurdun, 
Cihanın yurdu hep çiğnense çiğnenmez senin yurdun! 

Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen, 
Gezersin hânumânın şen, için şen, kâinatın şen! 

Hazansız bir zemin isterse, şayet ruh-ı serbâzın, 
Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-ı pervâzın. 

Değil bir kayda, sığmazsın kanatlandın mı eb'ada 
Hayatın en muhayyel gayedir âhara dünyada. 

Neden öyleyse matemlerle eyyâmın perişandır, 
Niçin bir katrecik göğsünde bir umman huruşandır? 

Hayır matem senin hakkın değil, matem benim hakkım; 
Asırler var ki aydınlık nedir hiç bilmez afakım. 

Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda 
Bugün bir hanumansız serseriyim öz diyarımda. 

Bugün bir yemyeşil vadi, yarın bir kıpkızıl gülşen, 
Gezersin 

(Mehmet Akif Ersoy)



Gece 

"Ömürler geçti, sen yoksun, gel ey bir tanecik Ma’bûd, 
Gel ey bir tanecik galib, gel ey bir tanecik mevcûd!" 

...Üstâd-ı hakîmim Ferid Beyefendi’ye 

Bütün kandillerin tehlile dalmışlar... Şaşırdım ben: 
Nasıl mabet ki sun’un, sermedî bir secde gök kubben! 
Kapanmış, titriyor dünyaların haşyetle karşında; 
Melekler, sanki baş kesmiş durur dâmân-ı Arşında. 
Ne rengârenk ubûdiyyetle, ya Rab, hercümerc âfâk; 
Karanlıklar, ışıklar, gölgeler, lebrîz-i istiğrâk. 
Bu istiğrâk uyandırmaz mı, devrettikçe, ekvanı, 
Perîşân ruhumun inler harap evtar-ı imânı. 
Perişân: çünkü yükselmiş değil feryâd-ı gümrâhım; 
Şu mahşer mahşer envârın biraz yol verse, Allah’ım! 
Evet, milyarla âlem vecde gelmiş bu’d-ı mutlakta 
Benim bîçâre gölgem çırpınır bir damla toprakta! 
Samimîdir bütün gûş ettiğin âvâz hilkatten, 
Niçin gözyaşlarım haybetle dönsün sardiyetten? 

Diyorlar, hep senin şemsinden ayrılmış, bu ecrâmı... 
İlâhî, onların bir an için olmazsa ârâmı; 
Nasıl dursun, benim bîçâre gölgem, senden ayrılmış? 
Güneşlerden değil, ya Rab, senin sînenden ayrılmış! 
Henüz yâdımdadır bezminde medhûş olduğum demler; 
O demler ki yâdında kopar beynimde bin mahşer! 
Tutundun kibriyadan bir nikap, uçtun nigâhımdan, 
Îlâhî bin tecellî berk ururken kıble-gâhımdan, 
Vurur mihrâptan mihrâba alnım şimdi hüsrânla; 
Tesellî bulmanın imkânı yok ferdâ-yı gufrânla. 
Serilmiş, secdemin inler durur yerlerde mi’râcı; 
Semâlardan gelir ummanların tehlîl-i emvâcı! 
Karanlıklar, gölgeler, ışıklar sussun ki, Allah’ım, 
Bütün dünyayı inletsin benim secdem, benim âhım . 

Ömürler geçti, sen yoksun, gel ey bir tanecik Ma’bûd, 
Gel ey bir tanecik galib, gel ey bir tanecik mevcûd! 
Ya sıyrılsın şu vahdet-gâhı vahşet zâr eden hicrân, 
Ya bir nefhanla serpilsin bu hasîr kalbe itminân. 
Hayır, imanla, itminânla dinmez ruhumun ye’si: 
Ne âfâk isterim sensiz, ne enfüs, tamtakır hepsi! 
Senin mecnûnunum, bir sensin ancak taptığım Leylâ; 
Ezelden sunduğun şehlâ-nigâhın mestiyim hâlâ! 
Gel ey sâkî bâki, gel, Elest’in yâdı şâdolsun: 
Yarım peymâne sun, bir cür’a sun, tek aynı meyden sun! 
O lâhûtî şarâbın vahyi her zerremden inlerken, 
Bütün aheng-i hilkat bir zaman dinsin enînimden. 
Gel ey dünyâların Mevlâ’sı, ey Leylâ-yı vicdânım, 
Senin yâd olduğum sînende olsun, varsa, pâyânım! 

(Mehmet Akif Ersoy)



İstiğrâk 

Tasavvur et ki muzlim bir şeb-i ecrâm-nâpeydâ: 
Yatar heybetli âgûşunda dûrâdûr bir feyfâ; 
Düşen gümrâh için yol bulma yok emvâc-ı zulmetten; 
Gidilmez... Her adım attıkça bir girdâb olur rehzen; 
O rîkistâna batmış, çalkanan seyyâh-ı âvâre 
Nasıl müştâk ise bir nûra, bir necm-i rehâkâre; 
Sana ey lem'a-i ümmîd ben de öyle müştâkım; 
Görün bir kerre zîrâ pek karanlık oldu âfâkım! 

Geçir pîş-i hayâlinden ki cûşâcûş bir umman: 
Nişandır yükselen her mevc-i tûfan-hîzi bir dağdan; 
Ölüm var, kurtuluş yok sâhil-i imdâd uzaklarda; 
Demâdem rûh titrer korkudan donmuş dudaklarda. 
O coşkun unsurun savletleriyle uğraşan kimse, 
Nasıl eyler tehâlük bir kenâr-ı tesliyet görse 
Muhât-ı lücce-i ye's olduğum bir böyle hâlimde 
Senin tayfın da aynıyle o sâhildir hayâlimde. 

Düşün âvâre bir mâder ki: Evlâdından olsun dûr; 
Tahayyül eyle yâhud bir yetîm-i hânüman-mehcûr; 
O bedbahtın nasıl evlâdı hiç gitmezse yâdından; 
Nasıl çıkmazsa mâder, öksüzün bir dem fuâdından; 
Benim yâdım da, ey ârâm-ı can, yâd-ı güzînindir. 
Ne yapsam çünkü manzûrum, senin feyz -i mübînindir: 

Çemen emvâc-ı nûrundur, fidanlar yâl ü bâlindir: 
Sulardan akseden sûret cemâl-i lâyezâlindir. 
Hırâm-ı nâzenînindir o raksan mevceler cûda; 
Mutarrâ nükhetindir gizlenen ezhâr-ı hoş-bûda. 
Leyâlin sînesinde hâbe dalmış nâzenîn eshâr, 
Eder gîsûna yaslanmış cebîn-i pâkini ihtâr. 
Nigâhından saçılmış lem'alardır pîş-i hayrette 
Yüzen ecrâm-ı nûrânûr bahr-i sermediyyette. 
Zemin lebrîz-i âsârın; semâ pâmâl-i envârın: 
Avâlim hep merâyâ-yı nazar pîrâ-yı dîdârın. 
*** 
Çekilmek istemiş de subh-dem bir cây-ı tenhâya, 
Oturmuş sâhil-i deryâya, dalmıştım temâşâya. 
Henüz âfâk açılmıştı: Semâ mahmûr idi hâttâ 
Nümâyân olmamıştı hâb-gâhından güneş hâlâ. 
Derin bir samte müstağrak leb-i deryâda hiç ses yok... 
Sabâ durgun, sular durgun, bütün eşyâda durgunluk! 
O ferş-i nîlgûn üstünde, tıfl-ı nâzenin-vâri, 
Uyurken dâye-i bîdar-ı subhun tıfl-ı envârı; 
Güneş, pîşinde dağlar perde-dâr olmuş, harîmindan 
Göıünmüş, sonra şehrâhında yükselmişti tedrîcen. 
Teâlî eyleyince birzaman bâlâ-yı kudrette, 
Ziyâlar mevc mevc oldu o pehnâ-yı rükûdette. 
Bu cûşişler o dagın havz-ı simîni uyandırdı; 
Sabâ enfâs-ı sevdâ perveriyle dalgalandırdı. 
Açıklardan gelen emvâc-ı peyderpeyle, sâhilden 
Demâdem oldu vecd-efzâ, hazin bir nağme, birşîven. 
Kulak verdim o âhenge: Meğer âheng-i şi'rinmiş! 
O cûşiş-zâr olan kulzüm senin ummân-ı fikrinmiş, 
Güneş: Rûhun imiş; bir huzme şeklinde inen nûru: 
O menba'dan hurûşan sânihanmış doğrudan doğru. 
Tecellî etti artık anladım: Sensin bütün dünyâ.. 
Bu senlikte fakat ey yâr-ı gaib, ben neyim âyâ? 

(Mehmet Akif Ersoy)



Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; 
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. 
Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar... 

(Mehmet Akif Ersoy)



ALINLAR TERLEMELİ 



Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da, 

Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda! 



Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkâk; 

Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da'vâ-yı istihkâk 



Bu milyarlarca da'vâdan ki inler dağlar, enginler; 

Otumıuş, ağlıyan âvâre bir mazlûmu kim dinler? 



Emeklerken, sabî tavrıyla, topraklarda sen hâlâ, 

Beşer doğrulmuş, etmiş, bir de baktın, cevvi istîlâ! 



Yanar dağlar uçurmuş, gezdirir beyninde dünyânın; 

Cehennemler batırmış, yüzdürür kalbinde deryânın; 



Eser a'mâkı, izler keşfeder edvâr-ı hilkatten; 

Deşer âfâkı, birşeyler sezer esrâr-ı kudretten; 



Zemin mahkûmu olmuştur, zaman mahkûmu olmakta; 

O, heyhât, istiyor hâkim kesilmek bu'd-i mutlakta! 



* * 





Tabîat bin çelik bâzûya sahipken, cılız bir kol, 

Ne kâhir saltanat sürmekte, gel bir bak da, hayrân ol! 



Hayır, bir kol değil, binlerce, milyonlarca kollardır, 

Yek-âheng olmuş, işler, çünkü birleşmekte muztardır: 



Bugün ferdî mesâînin nedir mahsûlü? Hep hüsran; 

Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan! 



Cihan artık değişmiş, infırâdın var mı imkânı, 

Göçüp ma'mûrelerden boylasan hattâ beyâbânı? 



Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır. Devr-i cem'iyyet. 

Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl için niyyet, 



"Şu vahdet târumâr olsun!" deyip saldırma İslâm'a; 

Uzaklaşsan da îmandan, cemâ'atten uzaklaşma. 



İşit, bir hükm-i kat'î var ki istînâfa yok meydan: 

"Cemâ'atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah(c.c.)'tan. 



Nedir îman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı, 

Perîşân eylemek zâten perîşan olmuş âhâdı? 



Nasıl yekpâre milletler var etrâfında bir seyret? 

Nasıl tehvîd-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret! 







Gebermek istiyorsan, başka! Lâkin, korkarım, yandın; 

Ya sen mahkûm iken, sağlık ölüm hakkın mıdır sandın? 



Zimâmın hangi, ellerdeyse, artık onlarınsın sen; 

Behîmî bir tahammül, varlığından hisse istersen! 



Ezilmek, inlemek, yatmak sürünmek var ki, âdettir; 

Ölüm dünyâda mahkûmîne en son bir sa'âdettir: 



Desen bir kere "İnsânım!" kanan kim? Hem niçin kansın? 

Hayır, hürriyetin, hakkın masûn oldukça insansın. 



Bu hürriyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa'y ister: 

Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter.
ALINLAR TERLEMELİ 



Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da, 

Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda! 



Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkâk; 

Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da'vâ-yı istihkâk 



Bu milyarlarca da'vâdan ki inler dağlar, enginler; 

Otumıuş, ağlıyan âvâre bir mazlûmu kim dinler? 



Emeklerken, sabî tavrıyla, topraklarda sen hâlâ, 

Beşer doğrulmuş, etmiş, bir de baktın, cevvi istîlâ! 



Yanar dağlar uçurmuş, gezdirir beyninde dünyânın; 

Cehennemler batırmış, yüzdürür kalbinde deryânın; 



Eser a'mâkı, izler keşfeder edvâr-ı hilkatten; 

Deşer âfâkı, birşeyler sezer esrâr-ı kudretten; 



Zemin mahkûmu olmuştur, zaman mahkûmu olmakta; 

O, heyhât, istiyor hâkim kesilmek bu'd-i mutlakta! 



* * 





Tabîat bin çelik bâzûya sahipken, cılız bir kol, 

Ne kâhir saltanat sürmekte, gel bir bak da, hayrân ol! 



Hayır, bir kol değil, binlerce, milyonlarca kollardır, 

Yek-âheng olmuş, işler, çünkü birleşmekte muztardır: 



Bugün ferdî mesâînin nedir mahsûlü? Hep hüsran; 

Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan! 



Cihan artık değişmiş, infırâdın var mı imkânı, 

Göçüp ma'mûrelerden boylasan hattâ beyâbânı? 



Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır. Devr-i cem'iyyet. 

Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl için niyyet, 



"Şu vahdet târumâr olsun!" deyip saldırma İslâm'a; 

Uzaklaşsan da îmandan, cemâ'atten uzaklaşma. 



İşit, bir hükm-i kat'î var ki istînâfa yok meydan: 

"Cemâ'atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah(c.c.)'tan. 



Nedir îman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı, 

Perîşân eylemek zâten perîşan olmuş âhâdı? 



Nasıl yekpâre milletler var etrâfında bir seyret? 

Nasıl tehvîd-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret! 







Gebermek istiyorsan, başka! Lâkin, korkarım, yandın; 

Ya sen mahkûm iken, sağlık ölüm hakkın mıdır sandın? 



Zimâmın hangi, ellerdeyse, artık onlarınsın sen; 

Behîmî bir tahammül, varlığından hisse istersen! 



Ezilmek, inlemek, yatmak sürünmek var ki, âdettir; 

Ölüm dünyâda mahkûmîne en son bir sa'âdettir: 



Desen bir kere "İnsânım!" kanan kim? Hem niçin kansın? 

Hayır, hürriyetin, hakkın masûn oldukça insansın. 



Bu hürriyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa'y ister: 

Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter.
ALINLAR TERLEMELİ 



Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da, 

Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda! 



Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkâk; 

Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da'vâ-yı istihkâk 



Bu milyarlarca da'vâdan ki inler dağlar, enginler; 

Otumıuş, ağlıyan âvâre bir mazlûmu kim dinler? 



Emeklerken, sabî tavrıyla, topraklarda sen hâlâ, 

Beşer doğrulmuş, etmiş, bir de baktın, cevvi istîlâ! 



Yanar dağlar uçurmuş, gezdirir beyninde dünyânın; 

Cehennemler batırmış, yüzdürür kalbinde deryânın; 



Eser a'mâkı, izler keşfeder edvâr-ı hilkatten; 

Deşer âfâkı, birşeyler sezer esrâr-ı kudretten; 



Zemin mahkûmu olmuştur, zaman mahkûmu olmakta; 

O, heyhât, istiyor hâkim kesilmek bu'd-i mutlakta! 



* * 





Tabîat bin çelik bâzûya sahipken, cılız bir kol, 

Ne kâhir saltanat sürmekte, gel bir bak da, hayrân ol! 



Hayır, bir kol değil, binlerce, milyonlarca kollardır, 

Yek-âheng olmuş, işler, çünkü birleşmekte muztardır: 



Bugün ferdî mesâînin nedir mahsûlü? Hep hüsran; 

Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan! 



Cihan artık değişmiş, infırâdın var mı imkânı, 

Göçüp ma'mûrelerden boylasan hattâ beyâbânı? 



Yaşanmaz böyle tek tek, devr-i hâzır. Devr-i cem'iyyet. 

Gebermek istemezsen, yoksa izmihlâl için niyyet, 



"Şu vahdet târumâr olsun!" deyip saldırma İslâm'a; 

Uzaklaşsan da îmandan, cemâ'atten uzaklaşma. 



İşit, bir hükm-i kat'î var ki istînâfa yok meydan: 

"Cemâ'atten uzaklaşmak, uzaklaşmaktır Allah(c.c.)'tan. 



Nedir îman kadar yükselterek bir alçak ilhâdı, 

Perîşân eylemek zâten perîşan olmuş âhâdı? 



Nasıl yekpâre milletler var etrâfında bir seyret? 

Nasıl tehvîd-i âheng eyliyorlar, ibret al, ibret! 







Gebermek istiyorsan, başka! Lâkin, korkarım, yandın; 

Ya sen mahkûm iken, sağlık ölüm hakkın mıdır sandın? 



Zimâmın hangi, ellerdeyse, artık onlarınsın sen; 

Behîmî bir tahammül, varlığından hisse istersen! 



Ezilmek, inlemek, yatmak sürünmek var ki, âdettir; 

Ölüm dünyâda mahkûmîne en son bir sa'âdettir: 



Desen bir kere "İnsânım!" kanan kim? Hem niçin kansın? 

Hayır, hürriyetin, hakkın masûn oldukça insansın. 



Bu hürriyet, bu hak bizden bugün âheng-i sa'y ister: 

Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder